İzleyiciler

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Dubstep, ghetto’da doğmuş bir tavırdır

Rahatsız ederken ağırlayan müzik!

Güney Londra’nın arka sokaklarında doğdu, şimdiyse tüm elektronik müzik sahnesini ele geçirmek üzere… İşte hakikatli bir başarı öyküsü: Dubstep ve köklerine dair herşey için sözcükleri takip edin!
İngiltere, müzik adına dünyaya oldukça fazla sayıda güzelliği kazandırmış bir coğrafya… Mevzuyu elektronik müzik kulvarına çektiğimiz anda işin ciddiyeti daha da netlik kazanıyor. Zira 90’ların başından itibaren breakbeat, jungle, drum‘n bass, deneysel hip hop, akıllı dans müziği, UK garage, grime, 2-step ve benzeri bas temelli elektronik dans müzikleri hep bu topraklarda doğdu ve serpildi… Ve 2000’li yıllarla beraber belki de sayılan tüm bu müzikal kulvarlar tek bir noktada toplandı ve tabir yerindeyse “patladı”. Peki bu patlamanın arka planında ne vardı? Gelin hep beraber bakalım…

Geri sarıp 1999 senesine gidiyoruz. “UK Garage” sahnesi yeraltından mainstream’e karışma çabaları içerisinde... 2-step olarak da tanımlanan bu aksak ritmli, “kırık” müzik bir anda kendisini “dub” elementleri ile sentezlenme sürecinde buluyor. Sentezin sorumluları ise evlerinde FL Studio ve Reason gibi yazılımları kullanıp deneysel bir takım seslerin peşinden koşan amatör prodüktörler… İnternetin de desteğiyle 2000 yılı dubstep’in ilk örneklerinin yeraltı piyasasına düşmesine tanıklık ediyordu. Hemen ertesi sene ise Londra’nın meşhur kulüplerinden “Forward” yeraltı bas müziğine kucak açtı ve bu yeni deneyin ismi “dubstep” olarak tarihe ilk imzasını attı: 2-step ve dub elementlerinin birleştiği, 4/4 lük aksak ve kırık ritmlerin omurgasını oluşturduğu, LFO (synthesizer’larda bulunan ve üretilen sesi düşük bir frekanstan geçirerek “titreşim” etkisi yaratan bir özellik) sosu bol ağır sub bass’ların asiste ettiği, 140 BPM civarında seyreden, karanlık ve tekinsiz bir müzikti bu… Bir süredir kısır döngüye girmiş olan elektronik müzik sahnesi için aranan taze kan bulunmuş gibiydi. Şans dubstep’ten yanaydı, BBC Radio 1’in 40 yıllık efsane DJ’i John Peel 2003 itibariyle programında dubstep örneklerine de yer vermeye başladı ve bu tarz bir anda yoğun ilgiyle karşılaştı. Peel’in 2004’te aramızdan ayrılması bile bu akışın önünü kesemedi, zira gene BBC programcılarından Mary Anne Hobbs 2006’da “DubstepWarz” isimli haftalık şovuna başladı ve işler daha da hızlandı. Dubstep yavaş yavaş yeraltından sıyrılıp artık ana akımın bir parçası haline gelmeye başladı.

Buna paralel olarak gene aynı dönemde Londra gettolarında olan Croydon’daki Big Apple Records’un sahibi olduğu plak dükkânının çalışanlarından Oliver Dene Jones (Skream) akşamları evindeki odasına kapanıp delice dubstep parçaları üretirken şu anda tüm dünyada tanınan bir dubstep öncüsü olacağını hayal ediyor muydu bilemiyorum… Gene Big Apple bordrosunda gözüken ve sahne adıyla “Hatcha” olarak bilinen belki de ilk dubstep DJ’i, Terry Leonard da hazırladığı toplama remix albümleriyle dubstep’in bilinirliğinde büyük rol oynadı. Ve aynı plak dükkânının müdavimi olup da şu anda sahnenin önderleri durumundaki Benga, N-Type, Mala, Horsepower Productions, Plastician, Digital Mystikz ve Loefah’ı da anmadan geçmek doğru olmaz…

2009 itibariyle dubstep Londra tekelinden çıkıp tüm İngiltere’ye, oradan Avrupa’ya ve nihayet Yeni Kıta’ya sıçramıştı artık… Amerika topraklarına ulaşıp da “ticari” olmayan ne var bilemiyorum ama aynı kader ağlarını bu müzik için de örmüş gibiydi… Rihanna, Snoop Dogg ve Public Enemy gibi figürler dubstep’e el atmaya başladı. Dubstep müzikal mimarisi gereği diğer birçok stile kucak açmaya doğası itibariyle hazır bir tür: 4/4’lük ritmleri, her sound’a rahatlıkla ev sahipliği yapabilen derin basları ve “groove” hissinin yüksek oluşu bu niteliğini daha da vurguluyor. Hatta son dönemde kulağa çalınan bir habere göre Britney Spears da son albümünde bu sound’dan fazlasıyla faydalanmayı düşünüyormuş –ki “gözümüz aydın” demekten fazla bir şey gelmiyor elden!

Türkiye toprakları da dubstep’i çok sevdi ve bağrına bastı diyebiliriz. 2008’de kapılarını açan Beyoğlu’ndaki Pixie Underground şu anda bas müziğinin İstanbul’daki mabedi durumunda. Her hafta düzenlenen etkinlikler tarzın büyümesine önayak olmaya devam ediyor. Gene Taksim’in demirbaşlarından Dogzstar da belli aralıklarla dubstep etkinliklerine ev sahipliği yapıyor… Türk radyo istasyonları henüz dubstep’e sıcak bakmasa da internet üzerinden yayın yapan Radiofil Fm, Bozuk ve Boşlook gibi programlarla dubstep örneklerine de yer vermesiyle biliniyor. Geçtiğimiz Nisan ayında Skream ve Benga ikili olarak Babylon sahnesindeydi. 10 Haziran’da ise Studio Live, DJ Hatcha’yı konuk edecek. Pixie müdavimlerinden Depthcharge gibi isimler prodüksiyonlarını internet üzerinden dağıtmaya başladı bile… Yani Türkiye sahnesi adına bir hareketlenme var ve durum oldukça umut verici görünüyor…

Dubstep şu anda tüm dünyada bir hype, ticarileşmeye çoktan başladı ve neredeyse bir tüketim ürünü haline geldi... Yeraltında doğup da ana akıma karışan çoğu müziğin doğal süreci olan bu durum neyse ki türün özünü muhafaza etme gayreti gösteren prodüktörler sayesinde bir nebze tolere edilebiliyor. Buradaki “neyse ki” tavrımı muhafazakâr bulabilirsiniz ama dubstep’i sadece bir müzikal akım olarak görmemek gerektiğini düşünüyorum. Dubstep, ghetto’da doğmuş bir tavırdır. Başka bir bakış açısıyla da anarşist doku içeren bir duruştur. Köken olarak Jamaika’nın meşhur soundsystem ve dub ekolünden beslendiği için aslında tüm düzene karşı baş kaldıran bir tarafı olduğunu da söylemek mümkün. Bu yönlere sahip olan bir müzik tarzının ticarileşmesi kadar ironik ve “acı” bir durum olamaz sanırım… Dubstep, otoritenin “budur” diyerek dinleyenin önüne sunduğu seçeneklerin çok dışında bir anlayışa ev sahipliği yapıyor ve bilindik müzikal algının yerle yeksan olmasında da önemli rol oynadı. Yarattığı “wobble” kavramı, yani yüksek LFO efektli ve vibrasyonlu bas altı sesleri yeri geldiğinde kulaklarımızı kanatmakla beraber, bu yoğun müziğin titreşimini göğüs kafesimiz ve burun deliklerimizde hissettirerek bir o kadar da davetkâr geliyor. İşte dubstep’i bu sebeple seviyor ve yaratıcılarını kutsuyorum: O dikenli bir gül gibi, kıvrımlarında raptiyeler gizlenmiş bir ipek fular gibi, rahatsız ederken ağırlayan, oluşun dualitesini içinde saklayan ve müziği dinlerken her bir zerreyle “deneyimlemeyi” de sağlayan kutsal bir tını.
♪ Music ( Müzik ) - Yabancı Şarkı Sözü Çevirileri Turkish Versions Of Lyrics,türkçe şarkı -- Tabb - Akor - Nota gitar, piyano, keman

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Music( Müzik Yabancı Şarkı Sözü Çevirileri Turkish Versions Of Lyrics,Tabb,Akor,Nota,gitar,piyano,keman